Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

Ankara Yolculuğu

Nisan11

Şu anda otobüsle Bolu’dan geçiyoruz. Saat 18.09. Hedef Ankara.

Bundan yaklaşık 5,5 saat önce evden çıkıyoruz annemle, anneannem de bizi uğurlamaya geliyor. Anneanneme bizimle otogara gelip yorulacağını söylüyoruz ama o gene de dinlemiyor bizi. “Bir yere giderken birisinin seni uğurlaması iyi oluyor.” diyor. Sonra da ekliyor: “Tek başına gitmek insanın gücüne gidiyor.” O anda onu yazın memleketine giderken yalnızca durağa kadar uğurlamanın yetersiz olduğunu fark ediyor, bir dahakine onunla otogara kadar gitmem gerektiğini aklıma koyuyorum.

Elimizde iki küçük valiz. Benim sırtımda küçük bir sırt çantası. Annemse bir çanta daha taşıyor, el çantasının dışında. Tüm bunlar benim okulumun bir haftalık tatilini değerlendirmek amacıyla üç günlük Ankara yolculuğumuz için. İki bayan olarak böylesine kısa bir yolculuğa bu kadar çok hazırlık yapmamız doğal tabii. Geç hazırlanmamızın yanı sıra bu konuda da adımızın çıkması boş yere olmasa gerek kızlar/kadınlar olarak. Valize konan kıyafetlerin yanında götürülen İstanbul hatırası hediyeleri, -Ankara’daki tanıdıklarımızı ziyaret etmeye gidiyoruz- fazladan ayakkabı, diş fırçası, yolculukta sıkılmamak için yana alınan ama hiç okunmayacak olan kitaplar, ‘Belki canım yazı yazmak ister.’ diye taşınan defterler, kalemler derken ortaya bir sürü “küçük” çanta çıkıyor. Tabii sağlıklı beslenmeye çalıştığım (abur cuburu bıraktığım) için yanıma çikolata vb. yerine iki tane havuç alıyorum, tabii bu annem için geçerli değil 🙂
Çantalarla otobüs durağına iniyoruz, otogar otobüsünü kıl payı kaçırmışız. Bir sonrakini bekliyoruz, 15 dk. sonra geliyor o da. Kalabalık otobüse üçümüz valizlerimizle zar zor sığıyoruz. Neyse ki İstanbul trafiği bizi şaşırtarak yüzünü göstermiyor bu kez ve otogara 7 dakikada varıyoruz. Oralarda oturup bir şeyler atıştırıyoruz, çay içiyoruz, sonra da anneannemle vedalaşıp otobüse biniyoruz. Anneannem hala bize el sallıyor.

Otobüsümüz Pamukkale. Daha önce hiç binmediğim bir otobüs firması. Biner binmez içeriye bir göz gezdiriyorum. Geniş koltuklar, önlerindeki masacıklarda küçük ekranlar bulunuyor. Annemin ayırttığı şoför tarafındaki en ön 1-2 numaralı koltuklara oturuyoruz. Koltuklar gerçekten de rahat. Üzerime eşofman-tişört giymiş olduğuma seviniyorum ve tabii bir de hırka. Bunun yerine kot pantolon giymiş olsaydım 6 saat yolculuk boyunca ne kadar kasılacağımı düşünüyorum, daha bir seviniyorum isabetli kararıma.
Saat 14.04 gibi otobüs kalkıyor, bu arada ekrandan ne izleyebileceğimizi soruyoruz. Kabin memuru, tv ve film izleyebileceğimiz, müzik dinleyebileceğimiz ve oyun oynayabileceğimiz yanıtını veriyor; bir yandan da kulaklık dağıtıyor bizlere. Seviniyoruz 6 saat boyunca bu şekilde sıkılmayacağımıza. Böylece kulaklıklarımızı takıyoruz, ben bir film seçiyorum ve başlıyorum izlemeye. “Benimle Dans Eder misin?” filmin adı. Bu sırada annem televizyon izliyor.
Uzun zamandır otobüsle yolculuk yapmadığımı fark ediyorum, ne zamandır bu televizyonların otobüslerde bulunduğunu düşünüyorum. Eskiden olsa -eski yolcu otobüslerinde olsam- muhtemelen kitap okuyor olurdum, diye düşünüyorum. Bir kitap bitirdiğim otobüs yolculukları olduğunu hatırlıyorum. Teknolojik imkanlardan yararlanabildiğim, hatta kablosuz internet sayesinde iPod’tan internete bile girebildiğim bu otobüs yolculuğunda o eski yolculukları özleyip özlememek arasında çelişkide kalıyorum. Sonra da ‘Her şey zamanında güzel; o zaman öylesi güzeldi, şimdi de böylesi.’ diye düşünüyorum. Ama o günlere yine de özlem duyan yanıma gülmeden edemiyorum.
Filmi beğeniyorum ama izlediğim filmler arasında ‘Zaman geçirmek icin ideal’ listesine koyuyorum onu. Filmden sonra biraz internete giriyorum, müzik dinliyorum. Benim dinlediğim yabancı pop müziğine karşılık annem Türk sanat müziği dinliyor. Biraz sonra sıkılıyorum ve elime kitabımı alıyorum: “New Moon”. Daha önce Türkçesini (Yeni Ay) okuduğum kitabın şimdi de orijinalini okuyorum. Ancak 5 dakikadan fazla kalmıyor kitap elimde, sıkılıp çantama koyuyorum. Teknolojik şeyler daha cazip geliyor tabii artık, yine eski otobüs yolculuklarımı hatırlıyorum ve bu halime acı acı gülüyorum.
Otobüs Düzce’de yarım saatlik bir mola veriyor ve annemle inip biraz dolaşıyoruz. Mutlu hissediyorum kendimi. “Her seyahat bir değişikliktir.” diye düşünüyorum. “Ve değişiklikler beni mutlu eder. ” Uzanıp annemi yanağından öpüyorum, bu seyahat onun fikri ne de olsa. Anında yüzünde bir gülümseme oluşuyor. “İnsan mutlu oldukça etrafını da mutlu ediyor.” diye düşünüyorum bu kez.

Otobüse geri biniyoruz ve devam ediyoruz yola. Ben müzik dinlerken annem televizyon izliyor. Bolu’ya geliyoruz, Bolu Tüneli’nden geçiyoruz. Epey uzun bir tünel doğrusu. İçinde bulunan renkli ışıklara rağmen insan ürpermeden edemiyor. Ama Bolu’daki manzarayı beğeniyorum; yanlarda Bolu Dağı, havada sis. Güzel görünüyor gözüme.

Şu anda Ankara sınırları içine girdik. Saat 19.39. Tam 1,5 saattir bunları yazıyorum, tabii bir yandan da müzik dinliyorum. Uzun yola, kenarlardaki sayısız otoban ışıklarına ve önümüzde uzayıp giden kesik beyaz çizgilere bakıyorum. Önümdeki birkaç günün güzel geçeceğini hissediyorum ve derin bir nefes alarak yolu izlemeye devam ediyorum.

11.04.10

Yeri: Diğer
1 Yorum

“Ankara Yolculuğu”

  1. Nisan 14th, 2010 - 22:49 Babacık Diyor ki:

    Ankara’nın güzellliklerinden de bahsetseydin, mesela İstanbul’a dönüşünü 🙂