Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

Victoria Dönemi ve Jane Eyre

Şubat13

Jane Eyre

Hatırlarsanız geçen sene dil anlatım dersinde Don Kişot ile ilgili bir tez yazmıştık, bu sene de Charlotte Bronte’nin Jane Eyre romanını okuyarak onun üzerine bir tez yazmamız gerekiyordu. Kitap ilk bakıldığında kalın görünümüyle bir hayli korkutucu. Neredeyse her klasikte olduğu gibi başları çok da sürükleyici değil fikrimce. Ama ilerledikçe  aşk hikayesinin de başlamasıyla vazgeçilmez bir hal alıyor. Şahsen ben okurken kitaba ve karakterlere çok bağlandım, hatta belli yerlerde gözlerim doldu. Kitabı bitirdiğimdeyse çok etkilenmiş, adeta aşka aşık olmuştum.Kesinlikle okunması gereken bir klasik; yalnızca aşk hikayesini değil, aynı zamanda dönemin kültürel ve sosyal yapısını da çok iyi yansıtan bir eser. Ben sözü burada noktalayıp gerisini Jane Eyre tezime bırakayım. Tezimde romanın yazıldığı Victoria dönemi ile bunun romandaki izlerini anlattım.

Eğer okumadan roman içinden hikayenin gidişatıyla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmak istemiyorsanız yedinci paragrafı atlamanızı tavsiye ederim. İyi okumalar!

Not: Alıntıların sayfa numaraları Jane Eyre kitabının Oda Yayınları 2005 baskısına göre belirlenmiştir.

VICTORIA DÖNEMİ VE JANE EYRE

19.yüzyılda İngiltere’de Victoria Dönemi, sanat ve bilim alanındaki gelişmelerle imparatorluğun en parlak dönemi unvanını alırken, öte yandan toplumda sınıf ayrımlarının ve dini baskının en belirgin ve katı şekilde yaşandığı dönem olma özelliğine de sahiptir. I.Victoria’nın kraliçe olarak hüküm sürdüğü bu çağ, sanayi alanında büyük gelişmelerle İngiltere’yi bir numaraya taşırken kendi içinde yaşadığı sorunlarla sosyal anlamda pek çok çelişkiyi de içinde barındırmıştır. O dönemin ünlü yazarlarından Charlotte Bronte’nin yazdığı Jane Eyre romanında Victoria Dönemi’nin bu çelişkileri ve toplumsal düşünce tarzı üzerindeki etkileri açıkça görülebilmektedir.

Victoria Dönemi’nde kilisenin toplum üzerindeki baskısı çok büyüktü. Din, bireysel bir inanç tarzından çok toplumsal bir gereklilik olarak görülüyordu. Bunun yanı sıra ahlak, evlilik, aşk gibi her konuda din adı altında baskı yapılıyordu. Dinin kötüye kullanımı toplumda yaygındı. Kraliçe Victoria’nın katı yönetimi ve tutucu bakış açısının buna etkisi büyüktür. Charlotte Bronte, Jane Eyre’de toplumdaki dini baskıyı, iğnesiz ama gerçekçi bir dille anlatmıştır. Romanın başlarında okul müdürü Bay Brocklehurst’ün küçük Jane’i din adı altında korkutmasına şu satırlarla örnek verilebilir: ‘’Yaramaz bir çocuk kadar üzücü bir şey olamaz… Hele yaramaz bir kız çocuğu. Sen kötü insanların öldükten sonra nereye gittiklerini biliyor musun? –Cehenneme giderler… -Bu çukura düşüp sonsuza kadar yanmak ister misin?… Daha birkaç gün önce beş yaşında bir çocuk gömdüm. Yaramaz bir çocuk olmadığı için ruhu şimdi cennette. Fakat korkarım seni öbür dünyaya çağırdıklarında aynı yere gidemeyeceksin.’’(Bronte, 35) ‘’Bir çocuk için yalancılık sahiden üzücü bir hatadır… O ateş dolu çukurda yalancılara özel bir yer ayrılmıştır.’’(Bronte, 37)

Dinin bu denli baskı unsuru olarak kullanıldığı ve tutuculuğun böylesine yaygın olduğu İngiltere’de bilimde yaşanan gelişmelerle Charles Darwin’in dini ve Tanrı’yı ortadan kaldıran evrim teorisini ortaya atmasıyla insanlar neye inanacağını şaşırmıştı. Bir yanda ülkeyi sarıp sarmalayan ve gittikçe artan tutuculuk, öte yanda dinle ilgili tüm olguları yok sayan evrim teorisi karşısında halk bocalamış, bu da İngiltere’nin parlak yıllarında ironik bir şekilde insanların dine, dahası dini baskıyı oluşturan yönetime olan güveninin sarsılmasına sebebiyet vermiştir.

Victoria Dönemi İngiltere’sine damgasını vuran bir başka toplumsal sorun ise sınıf ayrımıdır. Toplum; soylular, işçiler, köylüler gibi sınıflara ayrılmış durumdaydı. Bunların da ötesinde Victoria Dönemi’ndeki toplum kısaca iki sınıfa ayrılabilir: zenginler ve fakirler. Zenginlik ve fakirlik toplumda uçlarda yaşanıyordu. Bir yanda şatafatlı şatolarda itibarlı zenginler yaşarken diğer yanda sokaklarda fakirler yiyecek ekmek bulamıyordu. Her ne kadar Sanayi Devrimi’yle toplumda ‘işçi’ sınıfı oluşmuş olsa da, bu yalnızca soyluları daha da zenginleştirmişti. Fakirlik toplumda ‘adi’ bir sınıf olarak görülüyor, fakirler aşağılanıyordu. Jane Eyre’de pek çok yerde bu düşüncenin örneğine rastlanır: ‘’Yoksulluk deyince çocuklar çalışkan, temiz, namuslu, beyefendi kişileri düşünmez. Bu sözcük onların aklına döküntü kılıklar, açlık, soğuk, kaba saba davranışlar, adilikler, fenalıklar getirir. Benim için de yoksulluk demek adilik demekti… Yoksulların insana nasıl iyi davranabileceklerini aklım almıyordu.’’(Bronte, 25-26)

19.yüzyıl İngiltere toplumu aristokrasisinde para ve soyluluk, prestij ve rahatlık; yoksulluk ise adilik ve sefalet anlamına geliyordu. Oysaki fakirlerin çoğunluğunu kötü yola düşürüp adiliğe iten, toplumdaki bu hiyerarşi ve zenginlerin üstünlüğüydü. Hayatta kalabilmek için yoksullar, dilenciliğe ve kötü yola başvuruyordu. Charlotte Bronte de romanda bu sınıf ayrımını ve zenginliğin toplumda nasıl önemli bir yere sahip olduğunu, eğitimli olmasına karşın mirası olmayan Jane ve köklü bir aileden gelen zengin Edward Rochester karakterleriyle vurgulamıştır. ‘’Böyle durumlarda(evlilik) konum, servet eşitliği aranır.’’(Bronte, 302)

Victoria Dönemi toplumundaki tek ayrım sınıf ayrımı değildi. Aynı zamanda toplumda erkek üstünlüğü vardı. Kadınlar hiçbir söz hakkına sahip olmamakla birlikte iyi bir eş, ev hanımı ve anne olmakla yükümlüydü. Ancak erkeklerin sözü geçebilir, yalnızca onlar çalışabilir, haklara sahip olabilirdi. Yönetiminde kadın bir hükümdar, bir kraliçe, bulunan bir ülkede bu boyutta bir erkek üstünlüğünün olması ironiktir. Ancak bunun sebebi kraliçe Victoria’nın kadın haklarından zaten bihaber olan bir toplumu yönetirken anti feminist bir düşünce tarzına sahip olmasıdır. Kraliçe Victoria, bir konuşmasında kadın haklarına karşı olduğunu, kadınların kendilerini erkeklerle eşit görmelerinin onları iğrenç yaratıklara dönüştüreceğini ve kadınların bir erkeğin koruması olmadan yaşayamayacağını belirtmiştir. Charlotte Bronte ise bu düşünceye karşıt fikirlerini romanda Jane’in ağzından satırlara dökmüştür: ‘’Hele kadınların çoğunlukla epey sakin olduklarına inanılır. Fakat kadınlar da tıpkı erkekler gibi duygu sahibidir. Erkekler gibi onlar da zekalarını, becerilerini işletmek için bir eylem alanına ihtiyaç duyarlar. Üzerlerindeki baskı epey ağır, sürdükleri hayat çok durgun olursa acı duyarlar bundan,  zarar görürler. Onlardan daha ayrıcalıklı olan erkeklerdir. <Kadınlar yemek yapıp çorap örmekle, piyano çalıp nakış işlemekle yetinsin> demeleri geri kafalılıktır! Bir kadın geleneklerin kendisi için yeterli saydığı şeylerden çoğunu yapmak, öğrenmek isterse onu ayıplamak, alaya almak aptallıktır.’’(Bronte, 125-126)

Ayrıca bu dönemde dini baskının da etkisiyle aşksız evlilikler makbul görülmüştür. Evlilik yalnızca aile kurup soyu devam ettirmek için yapılmalıdır. Aşk dinden uzak, yasak bir duygudur. Romandaki şu sözler bunu açıkça anlatır: ‘’Bir kadının, içinde gizli, yasak bir aşkın alevlenmesine izin vermesi de çılgınlıktır, çünkü böyle bir aşk ortaya çıkmazsa, karşılık görmezse kendisini besleyen kalbi kemirip bitirir; ortaya çıkar da karşılık alırsa insanı vahşi bataklıklara sürükler ki buradan da çıkış yoktur.’’(Bronte, 184) Yazar, ana karakter Jane’in ağzından aşık olmadan evlenmenin bir azap olduğunu şu sözlerle anlatmıştır: ‘’Bana sorarsan, aşk için yaratılmamışsam, evlilik için de uygun değilim demektir. Garip olmaz mı, Diana… İnsana yalnızca işe yarar bir eşya gözüyle bakan bir erkeğe hayat boyunca bağlanmak?’’(Bronte, 470)

Buna karşın Victoria Dönemi’nde özellikle de soylular arasında kadının güzelliği önemli bir yere sahipti. Her ne kadar tutuculuktan ötürü kadınlar kat kat elbiseler giyse de güzellik bir kadının geleceğini belirleyen çok önemli bir faktördü. Çünkü soylu ve zengin erkekler tarafından beğenilip onlarla evlenmek kadınlar için bir servete konmak demekti. Jane Eyre’de Blanche Ingram karakteri buna bir örnektir. Güzel Blanche’ın Bay Rochester’la evlenmek istemesindeki tek amacı Rochester’ın servetine konmaktı. Rochester şu sözleriyle bunu açığa çıkarmıştır: ‘’Servetimin söylenenin üçte biri kadar bile olmadığı hakkında bir dedikodu çıkardım; bu dedikodunun onların(Blanche ve annesi) kulağına varmasını sağladım. Sonra da sonucu görebilmek için evlerine uğradım. O da, annesi de buz gibi soğuk davrandılar bana.’’(Bronte, 291) Jane çoğu zaman kendini güzel bulmadığından Bay Rochester’ın yanına yakıştıramamıştır. Bu kişisel bir şey gibi görünse de aslında dönemin ve güzelliğin toplumda önemli bir yere sahip olmasının bir sonucudur.

Kraliçe Victoria, gerek imparatorluğu zirvesine çıkarmasıyla, gerek aşırı tutuculuğuyla, gerek toplumda güçlendirdiği aristokrasiyle, gerekse anti feminist yönetimiyle 19.yüzyıl İngiltere’sine damgasını vurmuştur. Bu dönemde yaşayan Charlotte Bronte de Jane Eyre romanıyla dönemin derin bir portresini çizerken eşsiz bir aşk hikayesi anlatmakla kalmamış, okuru İngiltere’nin parlak yüzünün derinliklerine götürüp zengin, fakir, kadın, aşk, evlilik, inanç, ön yargı gibi kavramları sorgulayarak ortaya unutulmayacak bir edebi eser çıkarmıştır.

13.02.11

6 Yorum

“Victoria Dönemi ve Jane Eyre”

  1. Şubat 28th, 2011 - 12:38 Tijen Diyor ki:

    Aklima o donemin filmleri geldi dogal olarak. Kostumler, ipekliler, danteller, kirdaki saraylar, cay sofralari…

  2. Şubat 28th, 2011 - 23:10 Babacık Diyor ki:

    En son geçen haftasonu seyrettiğim Jane Austen’in Sense and Sensibility isimli romanından uyarlanan aynı isimli filmi, bu yazıyıdan öğrendiklerimle, çok daha zevkli oldu. Sen de seyret, güzel film 🙂

  3. Mart 17th, 2011 - 17:40 edamert Diyor ki:

    sense and sensibility de aşk evliliqi mi yksa mantk ewliliqi mi wardı????? cewplarsanz sevinirim.

  4. Ocak 5th, 2012 - 23:18 hd_0403 Diyor ki:

    yazınızla tesadüfen karşılaştım ve 19. yy “victorian life and literature” hakında bşiler görürüm diye göz gezdirdim ama galiba ismini duyduğum ama çok da merak etmediğm kiitabı, Jane Eyre’i keşfettim galiba 🙂 kesinlikle en kısa zamanda okumak istiyorumm 🙂 ayrıca yazınız çok güzel çok çok güzel, alıntılar çok başarılı. elnize emeğinize sağlık. geç de farketsem 🙂

  5. Nisan 4th, 2012 - 20:41 Babacık Diyor ki:

    @edamert: Aşk evliliği vardı ama oraya gelinceye kadar işler karışık gitti 🙂

  6. Mayıs 1st, 2016 - 15:20 mockingbird Diyor ki:

    jane eyre essayi yazacakken bu blogla karşılaşmam o kadar iyi oldu ki teşekkürler koca yürekli kadın^^